YENİDEN AYDIN OLMAK AMA HANGİ KAFAYLA?

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Aslında neye ihtiyacımız var biliyor musunuz? Bataille'ın Nietzsche için söylediği gibi: "Tanrısal, dokunulmaz, iyi, kutsal olarak adlandırılan her şeyle, gücün ve bolluğun aşırılığından dolayı, safça yani amaçsızca oynayan" oynamaya cesaret edebilen kafalara ihtiyacımız var bugün. Bu tür kafaların, her koşul ve düzlemde kopartılma imk,nı bol olsa da, bu kafalar olmaksızın nereye varılabilir ki, tekrarlardan başka? Dergilerin, kitapların, filmlerin, sergilerin aktığı nehre bakıp, saatlerce, günlerce, yıllarca bakıp, tek bir balık tutamadan, o nehre düşme ve boğulma tehlikesi bile atlatmadan, yani herhangi bir yarar ya da zarar görmeden kalkmak da mümkün o nehrin kıyısından, içine girip bir şeylere çarpa çarpa, boza boza yüzmek de... Gerekirse kazma kürek alıp o nehrin yönünü değiştirmek de mümkün, ya da barajlar yapıp nehri göle döndürmek de... İşte bunu yapabilmek için o kafalardan birisi olmak gerekiyor. Gençler arasında, öyle olabilecek olanların, kendilerine abi-ler, ablalar edinip o nehirde kendi tekneleriyle yüzmek yerine, zaten hazır olan başka teknelere binerek kolay yoldan yer ve isim edinme telaşına düşmeleri, onları bu tür kafalardan birisi olmaktan alıkoyuyor maalesef. Sürekli olarak onaylanma ihtiyacı duymak, onları onaylanan ürünler vermeye itiyor. Halbuki, Bataille'ın bahsettiği kafalardan birisi olmak, alkış yerine ateşe razı olmayı gerektirir. Herkesin alkış beklediği bir ortamda da ne yazık ki, geriye birbirlerini alkışlayanların yarattığı gürültüden başka bir şey kalmaz.

Kutsal olarak adlandırılan her şeyle safça ve cesaretle oynayabilmek için, sadece bunlar da yeterli değil elbette. Bir de o kafanın bir şeylerle dolu olması gerekir. Yani o kafanın güce ve bolluğa kavuşabilmesini sağlayacak kaynaklara ulaşabilmesi. Türkiye'de bunun zorlukları ortada. Kütüphaneler işlevsiz, bakımsız, sadece ödev ve tez yazımı için kullanılan yerler görünümünde daha çok. Yeni kütüphaneler açmak yerine, var olanların ıslahı bile, büyük bir zenginlik sunabilir bu tür kafalara. Ya okullar, eğitim sistemi? Okul müdürlerinin kız öğrencileri bile, bir kütüphane ya da benzeri bir yere değil de, askerlik şubesine gönüllü asker olarak yazdırmak için götürdüğü bir eğitim sisteminden nasıl kafalar çıkacağı da ortada.

Bu tür kafaların neden yeterince ortaya çıkamadığına dair bunlara benzer yüzlerce, hatta binlerce neden gösterilebilir. Ama yine de, Orta Çağ'ın en karanlık günlerinde bile Bataille'ın bahsettiği kafalara sahip insanların büyük bedeller ödemeyi göze alarak ortaya çıkıyor olması, insanı her şeye rağmen umutlandırıyor.

Bugünlerde, İbrahim Yıldırım'ın bir tür çağrı niteliğinde okunabilecek bir yazısı yayımlandı "Eşik Cini" öykü dergisinde. Dergiyi çıkaran ekibin içerisinde yer aldığım için, yazıyı daha önceden okuma şansı da buldum. Bu çağrıyı, derginin kapağından bir spotla da duyurduk: "Yeniden Aydın Olmak".

İbrahim Yıldırım, son romanı "Hal ve Zaman Mektupları"nda aydın olma meselesini ele almıştı etraflıca. Ben de yine buradan o romanı gündeme getirmiştim. Aydın olmak üzerine kafa yormuş bir yazar olarak, İbrahim Yıldırım'ın aydınlara yönelik bu çağrısı, bence oldukça önemli.

Yıldırım, 2007'nin son günlerini yaşadığımız bugünlerde, 2007 yılını "horgörü yılı" ilan ederek şöyle yazmış: "Bir yıldır, temelinde eleştiri olmayan, doğrudan inanç, ya da kanaat-kanış üzerinden düşünce üreten yazar ve televizyon yorumcularını hüzünle, umutsuzca okuyor, izliyorum. Kanaat odaklı olmanın yanı sıra, düşünceyi kendilerinden başlatmayı unutan, ya da unutmuş olmayı yeğleyen, -birçok nedenden dolayı-, verilmiş nesneye ya da dayatılan olgulara yönelmekten kendilerini kurtaramayan kişiler bunlar." Bu kişilerin, bir tür otistik durum yaşadıklarından bahsediyor Yıldırım.

Aydınlarımızın düşüncelerini dile getirirken, diyalog yerine monolog bir anlatımı tercih ettiklerini ve böyle giderse despotla-şacaklarından korktuğunu da söylüyor Yıldırım. Ve yazısını şu cümlelerle sonlandırı-yor: "Çünkü yitirdiğimiz ve özlediğimiz yapmacık da olsa hoşgörüye açık bir aydın tipidir. Yapmacık da olsa hoşgörü iyidir. Yeniden 'aydın' olmalıyız. Mutlaka!"

Ben de bu yazının sonuna, haddim olmayarak şöyle bir cümle eklemek isterdim: İyi ama, hangi kafayla? Bataille demiş ya: "Tanrısal, dokunulmaz, iyi, kutsal olarak adlandırılan her şeyle, gücün ve bolluğun aşırılığından dolayı, safça yani amaçsızca oynayan" bir kafayla... Ama o kafaların hoşgörüye ihtiyacı olacağı kesin. Ve monologlarla değil diyaloglarla var olacakları.

Bülent Usta (Birgün, 12 Aralık 2007)

0 yorum: