GURABAHANE-İ LAKLAKAN

Posted: 12 Haziran 2008 Perşembe by bülent usta in
0

6-7 Eylül Olayları'nın yıldönümü geldi yine. Gaza gelenler, gaza getirilenler... Homojen bir Türkiye isteyenlerin çıldırma nöbetlerinde yakılan-yıkılan yüzlerce bina, öldürülen onca insan, göçler ve tarihimizde kocaman kara bir leke...

Belki de asıl acı olan, herkesin gözü önünde bir kenti yakıp yıkan binlerce kişinin hiçbirinin hüküm giymemiş olması. Hakimler, "polis, tutuklananlar için delil toplamaya isteksiz" diye beyanat verebiliyor o günlerde. Polis de ne yapıyor, gıcık oldukları ve olaylarla hiçbir alakası olmayan solcuları tutup içeri atıyor. Üstelik olaylardan sorumlu tutularak içeri atılanlardan birisi de Aziz Nesin. Tam bir kara mizah, hem de artık günümüzde iyice klişeleşmiş bir kara mizah...

6-7 Eylül Olayları denilince aklıma elbette önce bunlar geliyor, ama bir de eskiden Kara-köy'de balıkçılık yapan 'Sakallı' lakabıyla tanınan Aydın Abi... 'Sakallı', lakabından anla-şılaşacağı üzere elbette ki sakallı bir adam. Kimse onu sakalsız hatırlamıyor. 6-7 Eylül Olayları içerisinde yer almış, hatta dediğine göre Türk Talebe Birliği üyesiymiş o yıllarda. Kıbrıs'a yine o yıllarda silah kaçıranlar arasındaymış. Aslında hiçbir zaman onun ne dediğini anlamamıştım. O, hep anlatıp dururdu, çok önemli sırlar veriyormuşçasına. Belki de söylediği şeyler çok önemliydi, ama benim aklım hep başka yerlerdeydi, balıkçılık gibi, senaryo gibi... Ben, onun anlattığı o çok önemli sırlardan daha çok, o sırların sahibiyle ilgilenmeyi vazife edinmiştim kendime. Onu tanıdığımda altmış küsur yaşındaydı ve otuzlarında Dağıstanlı bir kadınla ilk evliliğini yapmış ve yine altmış küsur yaşındayken (belki daha yaşlıydı, yaşını söylemezdi hiç) bir de çocuğu olmuştu bu evliliğinden. Tophane'de, çok eski, yıkılacakmış gibi duran ahşap bir evde yaşıyordu ve ilerleyen yaşına rağmen balığa çıkmaya devam ediyordu Boğaz'da.

Hasan Amca diye sevdiğimiz, öykücü, balıkçı, noter emeklisi bir dostum tanıştırmıştı beni Sakallı'yla. 'Yarıda Kalan Büyük Deney' adlı balıkçıları anlatan kitabından esinlenerek ben de 'Gurabahane-i Laklakan' adında bir senaryo yazmaya heveslenmiştim o günlerde. 'Gurabahane-i Laklakan' Ahmet Ha-şim'in bir kitabının adı, anlamı ise 'Gariban Leylekler Evi'. Kanadı, bacağı kırılan leyleklerin bakıldığı yer anlamına geliyor. Osmanlı döneminde böyle yerler varmış. Hasan Am-ca'nın (Hasan Özkök), kitabında, yoksul balıkçıların aralarında para toplayıp aldıkları teknenin adıydı 'Gurabahane-i Laklakan'. Kitabı, kendi olanaklarıyla bastırmıştı Hasan Amca. Ama daha yayınevleri dağıtım zorlukları yaşarken, bir yazarın kendi olanaklarıyla bastığı kitabı dağıtmasındaki zorlukları bir de siz düşünün. Kitap dağıtılsın diye tüm dağıtımcıları gezdiğimi ama sonuç alamadığımı hatırlıyorum. Aslında Hasan Amca da, en az Sakallı kadar gizemli birisiydi benim için. Her zaman müdavimi olduğu kahvehaneye giden, masasında kitapları ve Fransızca sözlüğü eksik olmayan, o gürültü ve kalabalık içerisinde çoğu zaman tek başına oturup kitap okuyan ve onun için bir tutku haline gelen Fransızca-yı öğrenmeye çalışarak, ezberlediği Fransızca şiirleri o gür sesiyle kahvehaneyi inletircesi-ne okuyan ve sürekli olarak memleketin gidişatı konusunda kederlere gark olan birisi.

Elimde bir ses-kayıt cihazı (onu da Hasan Amca almıştı), ihtiyar balıkçıların arasında dolaşıp duruyordum o günlerde. Hasan Amca, kitabında geçen ve bugün hayatta olan bütün balıkçıları benimle tanıştırıyor, ben de bir gazeteci havasında onlardan kitabın geçtiği döneme dair, yazarın anlattığı ya da anlatmadığı olayların ayrıntılarını dinliyor, her şeyi kayıt altına almaya çalışıyordum. Eve gidince de, kasetleri çözüp senaryomun boşluklarını tamamlıyordum. Ama bu uğraş, beni öyle bir sarmış ve balıkçıların dünyasına kendimi öyle bir kaptırmıştım ki, okulu bırakıp balıkçı olmayı bile düşünmüştüm o zamanlar. Bu düşüncemi bir gün senaryomun ve kitabın kahramanlarından biri olan Uykucu Metin'e söylemiştim. Önce güldü söylediklerime. "Evlat" dedi "Okulunu bitir. Biz senle ne zaman istersen balığa çıkarız. Burdaki balıkçıların çoğunun bir evi, karısı olmamıştır hiç. Sonları da hep kötü biter. Mesela Kokulu, ayazda bir tuz fıçısı içinde ölü bulundu. O yıllarda balık boldu, bugünse troller, kirlilik denizin bereketini kaçırdı." Uykucu Metin, balıkçılık yaptığı günden öldüğü güne kadar birkaç istisna dışında hep kayığında uyumuştu. Hatta karada uyuyamadığını söylerdi hep.

Astım hastasıydı ve Çanakkale'de yine kayığında uyurken öldü. Elbette Uykucu Metin'in benim balıkçı olmamı engellemek için anlattığı kadar sefil değildi balıkçıların yaşamı. Ama zorlukları da, herkesin üstesinden gelemeyeceği kadar çoktu.

Yıllar sonra, Sakallı aklıma düşmüş ve onu aramaya çıkmıştım. Önce evine gitmiştim. Kimse yoktu. Sonra kayığının bağlı olduğu iskeleye gittim Karaköy'de. Ne o vardı, ne de kayığı. Belki balığa çıkmıştır diye, Sakallı'nın her zaman kayığını bağladığı yerdeki bir banka oturup dönmesini bekledim. Beklerken Sakallı'nın arkadaşlarından bir balıkçı gördü beni. "Ne bekliyorsun evlat" dedi. "Sakallı'yı" dedim, "balığa çıkmış olmalı. Önce evine baktım, yoktu." Birden hüzünlendi adam. "Sakallı gitti" dedi. "Nasıl olur? O, buradan başka bir yerde yaşayamaz ki. Hem daha yeni evliydi, çocuğu olmuştu." "Karısı, çocuğunu alıp terk etti onu. Birisi de kayığını batırmış. Hem karısını, hem kayığını kaybetti anlayacağın." "Peki nereye gitti, biliyor musun?" "Bir sabah, elinde bavuluyla evden çıkarken görmüşler onu. Başka bir bilgi yok." Öylece kalakaldım. Nereye gitmiş olabilirdi? Hiç görmediği Ankara'da yaşayan akrabalarından bahsetmişti. Belki oraya gitmiştir. Ne kadarı doğruydu bilmiyorum ama, 6-7 Eylül Olayları sırasında idamla yargılananlar arasında olduğunu söylemişti. Polisten kaçmak için Galata Köp-rüsü'nde balıkçıların arasına karıştığını, bu yüzden sakal bıraktığını, üstelik asker kaçağı olduğunu, 12 Eylül'de polislerin onu yakalayıp zorla askere yolladığını ve daha bir sürü şey. Hep bir giz olarak kaldı benim için Sakallı. Tövbekar bir fahişeyle yaşadığı aşk bile...

Bülent Usta (5 Ağustos 2007)

0 yorum: