BİR ARAYIŞ HİKâYESİ

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Yıllar sonra birgün, bir sokakta karşılaşacağımız hiç aklıma gelmezdi. Bir Mayıs için İstanbul’a gelmiş olmalıydı, çünkü başının üstünde uçan bir kelebek vardı. Adını bilmiyordum. Yıllar önce karşılaştığımız o gün de bilmiyordum. Bir ada gereksinimi yoktu galiba. Ya da yarattığı imgeye bir ismi sığdırmak güç olduğu için belki de. Romancılar, yarattıkları karakterlere isim vermekte zorlanırlar çoğu zaman. Ama işin ilginç tarafı, bu kadın bir roman karakteri değildi. Beni görünce tanıyacağını ummamıştım. Çok uzaktan selam vermişti, sanki 15 sene öncesinden.

15 sene evvel, bir kış günü, Anadolu kentlerinden birisinin tren garında karşılaşmıştım onunla ilk. İkimiz de akşam vakti bizi Ankara’ya götürecek treni bekliyorduk. Ama sanki beklemiyorduk da. Çünkü o kentten bizi götürebilecek bir tren olduğundan şüpheliydik. Bana saati sormuştu, kendi kolunda saat olmasına rağmen. Saati durmuş olmalıydı. Zamansız bir boşluğun içinde, bana saati sorarak belki de bir yardım talebinde bulunuyordu. Tabii o zaman bunu anlayamamıştım. Bana saati soran o kadının işkence görmüş bir kadın olduğunu da bilmiyordum o an. Kış olmasına rağmen, üzerindeki yazlık entari dikkatimi çekmişti sadece.

Şimdi iyi görünüyordu. En azından havanın serinliğinden korunabileceği bir mont vardı üzerinde. “Hatırlıyor musun o günü” dediği zaman, yanındaki ağır çekim bir film karesindeymiş gibi hareket eden o adamı, trene biletsiz bindiği için kondüktörle tartışmasını ve ertesi gün, yine aynı trende karşılaşmamızı, tren yolculuğu boyunca anlattığı hikâyesi canlanıvermişti gözümde.

“1 Mayıs’a mı geldin” diye sordum. “Hayır, birisini arıyorum” dedi. 15 sene evvel de o tren yolculuğunda böyle demişti. “Kim o birisi” diye sordum ona. “1 Mayıs’ta Taksim’e çıkacağını duydum onun. Bu defa onu görebileceğimi umuyorum.” dedi. “Ama bu kalabalık ve keşmekeş içinde onu bulman zor” dedim. “Biliyorum” dedi “ama onu bulacağım.” Onu tanıyan başka insanlar da tanımıştım. Gördüğü işkenceler sonrasında akıl sağlığını yitirdiğini söylemişlerdi. O yıllarda sürekli olarak yaz-kış trenlerde aramış o birisini. Ne adını söylüyor ne de tarif ediyordu aradığı kişiyi. Sadece arıyordu. Yoksa diye düşündüm bir an, acaba aradığı kişi kendisi miydi?

“Devlet, atılan bu gaz bombalarına benziyor” dedi bir an. Etrafımızı kuşatan, boğan, canımızı yakan bir canavara dönüşmüş o sis bulutu içinde kilitlenip kalmıştık. Coplar, panzerler arasında, o hâlâ onu arıyordu. Gözleri yansa da, gözlerini açıp tek tek insanların yüzüne bakmaya çalışıyordu. “Ama biliyor musun” dedi, “onu bulduğum zaman gideceğiz buralardan. Başka bir yere gideceğiz. Gaz bombalarının, feryatların, kuşatmaların olmadığı bir yere. Ve biz oraya gidince, bunların hepsi uçup gidecek bu dünyadan. Ama onu bulamazsam, her şey olduğu gibi olmaya devam edecek. Bunun nasıl büyük bir keder olduğunu tahmin edebiliyor musun? İnsanlar, tüm o işkencelere ve acılara, bu yüzden katlanıyor. Tüm o kitaplar bunun için yazılıyor. Sen, bunun için yazıyorsun.” Ne demek istediğini anlamıyordum. “Peki neden onu trenlerde aramaktan vazgeçip 1 Mayıs alanlarına çıktın.” “Çünkü bana öyle söyledi” dedi. “Nasıl sana söyledi?” “Benimle iletişim kuruyor kitaplar, müzikler, yağmurlar ve rüzgârlar aracılığıyla.” “Sana 1 Mayıs’ta Taksim’de olacağını mı söyledi?” Şaşkınlığım gittikçe artıyordu. Akıl sağlığını yitirmiş birisi olduğunu düşünüp sözlerini ciddiye almayabilirdim. Ama tam tersine, onunla birlikte ben de aramaya başladım. Yaşadığı bir hayaldi belki ama ne hayal değildi ki ya da ne gerçek? Tek tek insanların yüzüne bakarken, tıpkı onun dediği gibi herkesin birisini arıyor olduğunu gördüm. Belki birbirini arıyordu insanlar. Belki birbirlerini bulmalarını engellemek için yollanmıştı bu korkunç adamlar. Belki de bu yüzden bu denli inanılmaz bir telaşa ve nefrete kapılmış, hareket eden her şeye saldırıyorlardı. Biz, kendimizi aramaya öyle bir kaptırmıştık ki bir süre sonra bu defa 15 yıl önce olduğu gibi yine birbirimizi kaybetmiştik. Yuvarlandığım yerden kalktığım zaman, o gaz bulutu içinde onu bulamamıştım. Acaba aradığı kişiyi bulup bahsettiği o yere mi gitmişti? Eğer gittiyse, sokaklarda bu polislerin ne işi vardı? Öyle söylemişti çünkü: “Başka bir yere gideceğiz. Gaz bombalarının, feryatların, kuşatmaların olmadığı bir yere. Ve biz oraya gidince, bunların hepsi uçup gidecek bu dünyadan.” Ama onlar buradaydı. Burada olması gereken işçilerin yerine yine onlar vardı.

Meydandan ayrılırken, 2009 1 Mayıs’ında onu yine burada bulacağımı biliyordum. Arayan herkes gibi...

Bülent Usta (Birgün, 7 Mayıs 2008)

0 yorum: