SONBAHAR KİTAPLARI

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Sonbaharı özlemiş olduğumu fark ettim. Gözü yaşlı lodos (bir balıkçı tabiridir), yağmur bulutlarını İstanbul'un üzerine toplamış, ağaçlardan dökülen yaprakların kaldırımlardaki dansı başlamış... Ne güzel kitap okunur yağmurun ve rüzgârın sesini dinleyerek... Her mevsimin okunacak kitapları farklıdır aslında. Mesela sonbahar şiire daha çok yakışır sanki. Sararan doğa, griye çalan gökyüzü, ister istemez bir hüzün akıtır insanın içine. Çünkü hüzün demek, bir çatışmanın, ulaşılmaz olanın (artık ulaşılmaz olan her ne ise, bir aşk, bir hayal, geçmişe özlem) varlığını hissetmek ve kabulle-nememek anlamına gelmiyor mu? Sonbaharda bu hissediş, doğa ve iklimle birlikte kendisini daha bir güçlü duyumsatır sanki. Yaşamı değil de ölümü savunanların baş tacı edildiği bu sonbahar günlerinde, bir de savaş karşıtıysanız ve savaşçıların medyada ve sokakta nasıl gururla naralar attığına tanık oluyorsanız...

Kederin, insanın yaşam enerjisini çalan halleri elbette olumlanacak bir şey değil (bu konuda tamamen Spinoza gibi düşünüyorum) ama melankolinin yaratıcılık konusunda itici bir gücü olduğu da ortada. Bir hastalık olarak, istemsiz olarak yaşanan, hatta dayatılan melankoli ile şiirsel melankoli arasında nasıl bir fark vardır? Biri insanı yaşadığı toplumdan soyutlayıp kendi içine kapatırken, diğeri yaşadığı memnuniyetsizliği bir isyana dönüştürebiliyorsa eğer, melankoliden değil de melankolilerden mi bahsetmeliyiz? Bu isyanın, zaman zaman intihar gibi, insanın içinde patlayan halleri de mümkünken...

Aslında bu mevzu, sadece sonbaharın etkisiyle gündemime gelmiş değil. Michael Lövy ve Robert Sayre'nin Versus'tan çıkan 'İsyan ve Melankoli' adlı kitabını okuyorum bugünlerde. Bir de, yine aynı yayınevinden çıkan 'Devrimci Romantizm'i... Bu kitapların, sanatçılardan siyasetçilere kadar herkesi ilgilendirecek açılımlar sunduğunu ve günümüzün tıkanan sanat ve siyaset hallerini tartışmak için yeni tartışma alanları açtığı bir gerçek. Özellikle romantizmi modası geçmiş bir akım ya da aşka dair çağrışımlarıyla değil de, modernizme dair eleştirel duruşuyla geçmişten günümüze değişikliklere uğrayarak geldiği nokta ve felsefi, sanatsal ve siyasi boyutlarıyla bir arada ele almak için büyük bir olanak yaratıyor.

Peşpeşe yayımlanan bu kitaplara, YKY'nin yayımladığı 'Cogito' dergisinin 51. Sayısının 'Melankoli' dosyası da ayrı bir boyut katıyor. 'Cogito'da yer alan yazılar, melankoliyi Aristo'dan Agamben'e kadar çeşitli halleriyle, psikolojik, sosyolojik, edebi ve sanatsal yönleriyle kuşatmaya çalışıyor.

Bu aralar, özellikle geceleri üç yazar odama konuk oluyor. Biri Bilge Karasu... Kalkedon Yayınları tarafından Bilge Karasu'nun Haluk Aker'e yazdığı mektupların 'Halûk'a Mektuplar' adıyla kitaplaşmış olması, Bilge Karasu gibi gizemli bir yazara daha bir yakınlaşmamı sağladı. Diğeri Selçuk Baran... Ülkü Uluırmak, özlenen bir şey yaparak 'Selçuk Baran'dan Kalanlar' alt başlığıyla 'Haziran'dan Kasım'a' adlı EOS Yayınevi'nden bir kitap yayımladı. Selçuk Baran'ın günlükleri, mektupları, yayımlanmamış yazıları, yapıtları hakkında yazılanlardan oluşan çok değerli bir kitap... Bu kitapların varlığı ve benzerlerinin çoğalması edebiyatımızın temellerini sağlamlaştıracak birer yapı taşı olarak büyük bir öneme sahip. Aslında binbir güçlükle hazırlanan bu kitaplar, hak ettikleri değeri yeterince görmüyor ve edebiyatımızın araştırmacılık boyutu, edebiyatımıza yakışacak seviyeye henüz ulaşabilmiş değil. Yayınevlerinin ve editörlerin bu tür çalışmaları teşvik etmesi ve ön açıcı olması gerçekten çok önemli.

Ve bu ayın önemli sürprizlerinden birisi de Zeynep Bayramoğlu'ndan geldi. Yazar, YKY tarafından yayımlanan 'Huzursuz Huzur ve Tekinsiz Saatler' adlı kitabıyla Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Huzur' ve 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü' adlı romanlarını mercek altına almış. Tanpınar'ın bu romanları, ele aldıkları konular, anlatım biçimi ve içerdiği mesajlarla yazıldığı günden bugüne tartışılmış, birbirinden farklı okumalarla zenginleştirilmiş yapıtlar. Bayramoğlu'nun hem akademisyen, hem de Akça Zeynep adıyla roman yazmış bir yazar olması, Tan-pınar gibi zor bir yazarın romanlarına nüfuz edebilmesini kolaylaştırmış. Ama Tanpınar hakkında ne kadar çok yazılsa da, onun her zaman bir giz olarak edebiyatımızın derinliklerinde yer alacağı kesin. Hatta yazar da, kitabının sonunda, Tanpınar'ın sahip olduğu gizeme dem vurup daha çok yol katedil-mesi gerektiğini belirtmiş. Ama ne var ki, Bayramoğlu'nun bu kitabının, Tanpınar'ı yeni baştan okumak için benim gibi pek çok kişiyi kışkırtacağı kesin.

Geceleri, Bilge Karasu, Selçuk Baran ve Ahmet Hamdi Tanpınar'la bir araya geliyoruz. Bu üç yazara da sonbahar yakışıyor... Bu üç yazarın da, yaşadıkları çağa karşı duydukları memnuniyetsizlik, birbirlerinden tamamen farklı melankolik yanlarını besliyor. Yapıtlarında ise gizliden gizliye bir isyan dolaşıyor... Ama neye isyan? İşte bu çok önemli. Hatta isyanın kendisinden bile daha önemli, neye isyan edeceğimiz, nasıl isyan edeceğimiz...

Sonbahar, tam kitap okunacak bir mevsim... Melankoliyi isyana dönüştürmek için...

Bülent Usta (Birgün, 14 Kasım 2007)

0 yorum: