NE ZAMAN AÇILACAĞIZ?

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Açık bir şey var mı” diye sordu Bay Palomar. Ona bu ismi ben verdim, aslında adını bilmiyorum. Ama bu güzel bahar gününde denizi ve dalgaları öyle bir izleyişi vardı ki aklıma hemen Calvino’nun YKY’den çıkan o tuhaf romanı ‘Palomar’ geldi. Palomar, aynı zamanda o romanın başkarakteri. Calvino, Palomar içini şunu söylemiş: “Bir adam, adım adım bilgeliğe ulaşmak için yürüyüşe çıkıyor. Hâlâ varamadı.”

Palomar’ı, bir roman ve roman karakteri olarak farklı kılan şey ise, bilgeliğe ulaşma yöntemi. Kendini tanımak, eğer bilgeliğin ön koşulu ise, bunu yapabilmek için evreni bir ayna olarak kullanmak gerektiğini düşünüyor Bay Palomar. Evreni bir ayna olarak kullanıp kendisini izlemek... Yanımda duran bu adam Bay Palomar mı hiçbir fikrim yok ama dediğim gibi denize ve dalgalara öyle bir bakıyor ki baktığı şey deniz ya da dalgalar değil, kendisi adeta. Romandaki Bay Palomar da romanın ilk bölümünde ‘Bir Dalganın Okunuşu’yla meşguldü. Denizi ya da dalgaları değil, tek bir dalgayı okuyarak denizi, dalgaları ve kendisini anlayabileceği bir ayrıntıyı yakalayabileceğini umuyordu. Tıpkı bu adam gibi, o da tüm varlığını bu gözlem anına adamış gibiydi. Sonra baktığı dalgadan gözünü ayırmadan “Açık mıydı ki kapansın?” diye bir soru sordu.

Ben, dalgaları ve denizi konuşacağımızı düşünürken, parti kapatma davasına dair soru sorması şaşırtmıştı beni önce. Ama madem bunu konuşmak istiyordu Bay Palomar, konuşalım öyleyse: “Türbana gösterdiği duyarlılığın onda birini 301’e gösterememiş bir parti ne kadarı açık olabilir ya da bir başka parti için linç ve kapatma halleri söz konusuyken sesini çıkarmayıp şimdi ortalığı yaygaraya veren bir parti açık mıdır ya da neye açıktır ve bir partinin açıklığı aç olduğu şeylerle mi alakalıdır? Üstelik, 12 Eylül’den sonra açık bir yer bırakıldı mı ki bir şeyler kapansın?” diye saydırıverdim düşüncelerimi. Politikacıların bu ikiyüzlü hallerinden sıkılmıştım çok.

“Dur biraz” dedi Bay Palomar. “Sen açık mısın mesela? Benim merak ettiğim şey işte bu. Herkes, ne kadar açık ve kapalı olduğuna bakmalı önce. Şu dalga gibi her şey. Kendimizi bir an da olsa, bu boğucu dünyadan arındırıp duyumlarımızı denetleyerek düşünebilmeyi başarabilmeliyiz. Bir dalgayla, bir martıyla, bir bulutla birlikte düşünebilmeliyiz. Kapatmak, bir kadını ya da bir gerçeği, bir zulmü ya da sevinci, işte önemli olan mesele bu. Yüzyıllardır kapalı bir hayat yaşadığımız, hatta bu kapalı hayatın içine doğduğumuz için, açık bir hayatın neye benzediğini unutmuş olan bizlerin bu hali düşündürüyor beni daha çok. Kendimize, topluma, doğaya, arzularımıza, her şeye kapalıyız ve artık soluk almakta zorlandığımızı görüyorum. Tüm toplumu açma kapama düğmelerine benzer darbelerle idare etmek isteyenlerden korktuğum kadar, kadınların kaç çocuk doğurması gerektiğini söyleme hakkını kendinde gören bir liderin kapalılığı da beni korkutuyor. Ama asıl önemlisi, kendimizi kapattığımız bu dünyanın küresel bir kapanış, bir son yaşaması.”

Bay Palomar, böyle şeyler konuşmazdı aslında. O, uzun uzadıya bir dalganın hareketini, bir zürafa ya da penguen görmenin onda yaratacağı ruhsal etkilenmeler üzerinde düşünmeyi tercih ederdi, romanda olduğu gibi. Ne olduysa, ya da ne kadar bunaldıysa artık...

Ama bir yandan Calvino’nun Palomar’ından farklı özellikler taşıyordu bu Palomar. Fazlaca siyasileşmiş, üstelik karamsar bir iyimserlik içinde. Karamsar iyimserlik de mi ne? Bir ‘karamsar karamsarlar’ var ki onlar dehşet bir karanlıkta yaşar, her şeyi olumsuzlamaktan büyük bir zevk duyarlar. Dostluk deyince, akıllarına hemen yaşadıkları ihanetler gelir örneğin. Bu kişilerin kafasında evrensel bir ahlak yasası vardır ve tüm evreni o yasaya göre yargılayıp mahkûm ederler. Palomar bunu hiç yapmaz, yapamaz. Onun evrensel bir yasası yoktur, hiç olmamıştır. Kendisini, yani evreni anladığı, onunla konuştuğu sürece bir şeylerin yoluna gireceğine inanır Bay Palomar. Kendisini sürekli bir oluş halinde gördüğü için belki de. Ulaşmak istediği o bilgeliğe ulaşamayacağını bile bile yürür bir yola benzettiği yaşamını.

Bay Palomar, sanki çok önemli bir şeye açıklık getiriyormuş gibi tane tane şu sözleri söylüyor bana dalgalara bakarak: “Dikkati bir ayrıntıya yöneltmek, onun ön plana sıçrayıp çerçeveyi kaplamasına yol açıyor dostum. Tıpkı kimi resimlerde perspektifin değişmesi için, gözleri yumup tekrar açmanın yeterli olması gibi.”
Gözlerimi yumup tekrar açtığım zaman, karşımda başka bir Palomar belirmişti. Ama bu Palomar’ın diğeriyle bir benzerliği yoktu. Kararsız, sinirli, çabuk vazgeçen bir Bay Palomar... Calvino’nun kitabın başına yazdığı önsözde Bay Palomar’ın bu çift kişilikli halinden bahsettiğini hatırlıyorum. Hatta Calvino, Bay Palomar ve Bay Mohole diye iki ayrı karakter üzerinden kurmak istemiş romanını önce. Sonra bakmış ki Bay Palomar’ın içinde gizli bir Mohole var, gerek kalmamış iki ayrı karaktere. Palomar yukarıya, evrenin dışına bakmaya çabalarken, Mohole aşağıya, karanlığa bakmaya çalışıyormuş hep. Hepimizin içinde bir Mohole gizli aslında, tıpkı Bay Palomar’da olduğu gibi. Belki Bay Palomar’ın yaşadığı kararsızlıkların nedeni de budur. Çünkü ne zaman bir sonuca yaklaşsa, aklına takılan bir ayrıntı onun bulacağı evrensel yasayı bozguna uğratıyor roman boyunca. Ama bu çabasından eline hiçbir şey geçmiyor da değil. Mutlak ve kesin doğruları değil de paradoksları önemsiyor bu yüzden.

Denizden esen rüzgârla birlikte düşünmek için gözlerimi yumduğum zaman, Bay Palomar’ın artık yanımda olmadığını biliyordum. Ama ne kadar açık ve kapalı olduğumuzu, yaşamın bize dokunmasına ne kadar izin verip vermediğimizi, evrene ve ötesine kapılarımızı ne kadar açık tuttuğumuzu, kapalı hayatlar sürerken başka kapalı hayatlardan ne kadar haberdar olduğumuzu düşünüyordum. Düşündükçe, içimde çığlığa benzer bir soru dal budak sarmaya başladı: Ne zaman açılacağız? Ne zaman kırılacak dalgalarla birlikte düşünmemizi engelleyen bu kapılar?

Bülent Usta (Birgün, 19 Mart 2008)

0 yorum: