KARANLIK THOMAS, NE KADAR KARANLIK?

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Sıkı edebiyat okurları bilir Blanchot'nun 'Karanlık Thomas'ını... Blanchot'nun yayımlanan ilk kitabıdır "Karanlık Thomas" ve sonraki yapıtlarının da nasıl şeyler olacağının habercisidir aynı zamanda. Evet, "Karanlık Thomas", bir roman ama başka kitaplar için de söylediğim gibi, sadece roman da değil. Başka bir şey... Tanımlanması zor bir roman. Okuyan kişiye göre de çeşitli anlamlar kazanabilecek bir yapıt olduğu da söylenebilir; keza Blanchot için yazmak da, okumak da başlı başına üstünde düşünülmesi gereken meseleler. Geçenlerde kitap eklerinden birisinde bu kitap hakkında bir yazıya rastladım. Acaba kim yazabilir ve ne diyebilir bu roman için, diye merak ettim. Ama yazan kişi de, sonradan vazgeçmiş kitap hakkında yazmayı ve Blanchot hakkında bazı genel bilgiler vermekle yetinmiş.

Blanchot'nun bu kitabı hakkında düşünürken, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü alan Sibel K. Türker'in "Ağula" adlı öykü kitabını da tekrar okumuş olmam, gerçekten sadece bir tesadüftü. "Eşik Cini" öykü dergisine yapacağım söyleşi için "Ağula"yı karıştırırken, Blanchot'nun "Yazınsal Uzam" adlı kitabını da anımsadım tekrar. Ayrıca Mehmet Rifat'ın "Metnin Sesi" eseri gibi, başka kitaplar da canlandı zihnimde. Şunu düşündüm: Mehmet Rifat gibi yazarların çabalarını ve üretimlerini ayrı bir yere koyarsak eğer, Türkçede bırakın okuma, yazma eylemleri üzerine düşünmeyi ve bunları kâğıda dökmeyi, dil, anlatım gibi meseleler üzerine bile o kadar az düşünüyor, yazıyor ve o kadar az tartışıyoruz ki... Edebiyatımızda eleştirmenlik, sadece kişisel ilişkilerin başarısına ve seçkin beğeniye kalıyor. Yazarlarımızsa, yazmak üzerine düşünmeyi kişisel deneyimler olarak yaşıyor ve bu deneyimler yeterince paylaşılıp çoğaltılama-dığı için de, edebiyatımızı zenginleştirecek araçlardan yoksun kalıyoruz. Bu yüzden Sibel K. Türker'in bu öykü kitabı, son zamanlarda yayımlanan kitaplar arasında benim için farklı bir yerde duruyor. "Bir yazar, ne kadar yazdıklarıdır?" ya da "niye yazar?" gibi sorular soruyor kitabında Türker. Tıpkı Blanchot'nun sıklıkla sorduğu ve uzun uzun yanıtlamaya çalıştığı gibi. Ama Türker, bunu öyküleri aracılığıyla yapıyor; Blanchot ise hem edebi, hem de teorik düzeyde.

Blanchot'nun kitabında, Thomas şöyle düşünüyor romanın bir yerinde: "Varoluşum, gerçekleştirdiğim her eyleme karşı, aynı eylemi gerçekleştirmeyerek meydana getiren namevcut birinin varoluşuna dönüştü tamamıyla." Karanlık Thomas, işte bu dönüşümü anlatan bir roman. Namevcut, yani olmayan birisinin varoluşunun mümkün olup olmadığını düşünmek bile, belki de varoluşumuza dair "dışarıdan" çok sert ve açık bir bakış açısı sağlıyor bize. Kitabı okurken, Karanlık Thomas'ın karanlığında kaybolup farklı birer Thomas'a dönüşmeniz, sözcüklerle kurulan ve olmayan bir evrende olan biteni gözlemlemeniz müthiş bir deneyim imkânı sağlıyor. Ciltler dolusu felsefi kitapla anlatılamayacak "duyuş'^ ve düşünceyi, Blanchot'nun kısacık bir romanda size anlatmayı başarıyor olması bile hayranlık uyandırıcı...

Aslında bir romanı, sürekli romanın dışına çıkıp, romandaki her sahneye, her imgeye, her sözcüğe çeşitli anlamlar vererek tanımlamak, bir bilmeceyi çözmeye çalışır gibi okumak çok doğru gelmiyor bana. Yazarın derdi eğer o olsaydı, muhtemelen bir roman değil de, size tüm ipuçlarını açık açık vereceği düz bir metin yazardı diye düşünüyor insan. Blanchot da, kendi düşünsel deneyimini bizimle, yarattığı hayali bir kahraman ve dünya içerisinde hissettirmeye çalışmış. O dünyanın içerisine girince, zaten yazarın sorduğu soruları, yazarla ve yarattığı karakterlerle birlikte düşünmeye başlıyorsunuz. Yani romanın dışına çıkıp düşünmeniz gerekmiyor, asıl düşünme eylemi, romanın içinde gerçekleşiyor.

Blanchot'nun romanında, Thomas'ın kitap okuduğu bir sahne var ki müthiş. Kitap okuma ediminin aslında ne kadar karmaşık ve olağanüstü bir deneyim olduğunu, belki bu kitaptaki sahne kadar kimse iyi anlatamaz. "Okur, uyandırmış olduğundan şüphe etmediği bu küçük hayat kıvılcımına neşeyle bakıyordu. Kendisini gören bu gözde, zevkle kendini görüyordu. (...)... canlı bir varlık tarafından gözleniyormuşçasına bir kelime tarafından gözleniyor olmadaki bütün acayipliği fark etti... (...) tüm gücüyle metne hâkim olmaya uğraştı, halbuki kelimeler onu çoktan ele geçirmiş ve okumaya başlamışlardı bile." Bu cümleler, Thomas'ın odasında bir ayin gibi yaşadığı okuma serüveninden küçük birer ayrıntı. Bu sahneyi okurken, okuma eyleminin aslında ne kadar tuhaf olduğunu fark etmek, insanın okuduğu metinle nasıl bir ilişki kurabileceğinin işaretlerini görmek, hatta romanın satıraralarında bunu doyasıya yaşamak, gerçekten heyecan verici.

Neden "Karanlık Thomas"tan bahsettim? Çünkü okurun, gittikçe daha çok tem-belleştiğine, yazarların da daha anlaşılır, gündelik dile daha bağlı kalması konusunda telkinlerle yönlendirilebildiğine tanık oluyorum. Türkçede de oldukça yetkin romanlar yazılıyor, bu kesin. Ama bu yetkin romanlara, tembelleşmiş okurun gözüyle bakmaya çalışmak, gittikçe yaygın bir tavır haline dönüşüyor. Bu yüzden, Türkçede nitelikli edebiyatın izini sürmek, yeni keşifler yapmak, geçmişe göre daha bir zor artık. Bu zorluğu yenebilecek kapasiteye ve araçlara sahip olduğumuz da bir gerçek. Bu kapasiteyi harekete geçirecek tek güç de edebiyat dergileri... Ama önce edebiyat dergilerinin günümüz edebiyatı içinde sahip olduğu işlevi ve kapasiteyi tartışmak gerekiyor galiba. Onu da başka bir karşılaşmaya bırakalım...

Bülent Usta (Birgün, 7 Kasım 2007)

0 yorum: