BUGÜN 12 EYLÜL

Posted: 12 Haziran 2008 Perşembe by bülent usta in
0

Gecenin bir yarısı balkondan gelen bir fısıltıyla uyanıyorum: "Bugün 12 Eylül, Bugün 12 Eylül, Bugün 12 Eylül..." Yataktan aceleyle kalkıp balkona koşuyorum ki, karşımda üç kulaklı kedi... "Ne işin var bu saatte?" "Bugün 12 Eylül" diyor üç kulaklı. "Ne yapalım 12 Eylül'se. 12 Eylül diye uyuyamayacak mıyız bu saatte?" "Tabii senin için hava hoş. Yaşamadın çünkü o korkunç günleri." "Yaşamadım değil. Hâlâ yaşıyorum, yaşıyoruz 12 Eylül'ü üç kulaklı." "Bana üç kulaklı deme. Romanında adımı İvam koymuştun ya." "Tamam İvam. 12 Ey-lül'de insanlar uyuyamaz mı?" "Bu koşullarda uyuyamaz." "Neymiş koşullar?" "Darbe olalı tam 27 sene geçmiş. O gün doğanlar şimdi 27 yaşında. Bunca zaman geçmiş olmasına rağmen, 12 Eylülcüleri yargılayamamışsınız ve senin aklın hâlâ uyumakta."

İvam'ın bu halleri bazen çekilmez oluyordu. Ama doğruydu söylediği. Çekilen acılar bir yana, bugün yaşadığımız pek çok sorunun temelinde 12 Eylül gerçeğinin bulunması bile, bugünü diğer günlerden ayrı bir yere koyuyor. Örneğin kitap okuma oranının düşüklüğü denilince, aklıma 12 Ey-lül'de yakılan, yasaklanan kitaplar, hapse atılan, öldürülen yazarlar geliyor. Şeriat tehlikesi denilince, 'solcu gençlerin karşısına elbette imam-hatiplileri çıkartacaktık' diye açıklama yapanlar, yoksul halkın solcu olacağına dindar olmasını tercih edenler... Kürt sorunu denilince, kart-kurt diyenler...

Üniversiteler denilince, birilerinin kürsülerden indirilip birilerinin nasıl torpille bir yerlere geldiğini ve üniversitelerin nasıl yıllarca büyük bir kuşatma yaşadığını düşünüyorum. Yani bugün hangi sorun aklıma gelse, 12 Eylül'ü düşünmeden edemiyorum. Hatta sanatı bile... Eğer 12 Eylül olmasaydı, acaba nasıl şiirler, romanlar yazacaktık? Bu bir soru... Televole kültürü, 12 Eylül olmasaydı yine bugünkü kadar etkili olabilecek miydi? Bireysel trajedilere, acılara, haksızlıklara daha hiç değinmedim. Gerçekten korkunç çağrışımları olan bir gün 12 Eylül. Ve doğru, bugün 12 Eylül...

"İvam, seni çok militan gördüm bu gece. Hayırdır?" "Ne bileyim, her 12 Eylül kâbuslar görüyorum sürekli. O yıllarda çok büyük acılara tanık olduğum için belki de. Biz üç kulaklılar bazen tuhaf sesler duyarız, bilirsin. Bu sesler, bazen geleceğe, bazen de geçmişe ait olurlar. Bazen güzeldir bu sesler, bazen de korkunç. Bu gece çok korkunç sesler duydum." "İstersen bu gece bizim misafirimiz ol İvam. Beraber yeni çıkan kitapları karıştırırız. Yayınevleri, birbirinden güzel ve iddialı romanlar yayımladı bugünlerde. En son benim özellikle merakla beklediğim Versus'tan Lance Olsen'in 'Tedirgin Hazlar'ı, Alef Yayınevi'nden 'Sonny Boy', Sel Yayıncılık'tan da Ahmet Mithat Efendi'nin 'Vah' adlı romanları çıktı. Ayrıca Agora Kitaplığı, Vertov'un 'Sine-Göz' adlı kitabını yayımlayarak epey yüklü bir sinema külliyatı oluşturmaya da devam ediyor."

İvam, istemeye istemeye içeri girip kitaplığa sıçradı. "Bu Lance Olsen'de iş var evlat. Bence bunun üzerine eğil. İlk romanı, 'Nietzsche'nin Öpücükleri' oldukça iyiydi. 'Tedirgin Hazlar'da da Kafka'nın 'Dönüşüm' adlı eseri üzerinden farklı bir şey denediğini duydum. Kafka, 'Dönü-şüm'de tüm olup biteni böceğe dönüşen Gregor Samsa'nın gözünden aktarmıştı. Olsen ise, Gregor dışındaki diğer yan karakterlerin gözünden olup biteni aktarmış. Hatta bir de, sanırım Margaret adlı günümüze ait bir karakter yaratıp, olayın geçtiği zamanla bugün arasında bir köprü de kurmuş. Alef'ten çıkan 'Sonny Boy' ise, Hollanda'da bestseller olmuş bir kitap, bildiğim kadarıyla.

Annejet van der Zijl'in kaleme aldığı bu eser, iki dünya savaşı arası Hollanda'sında geçiyor. Orta sınıfa mensup, 4 çocuk sahibi Rika adlı bir kadının, savaşın yarattığı koşullar içerisinde kocasından ayrılıp kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmasını ve bu arada tüm ırkçı tepkilere göğüs gererek Surinamlı bir siyaha gönlünü kaptırıp, bir de ondan çocuk doğurmasını ve sonrasında yaşanan süreci anlatmış. Yazar, bu romanı, gerçek bir hikâyeye ve tanıklıklara dayandırarak yazmış ki, bu da onu önemli kılan çok önemli bir ayrıntı. Bir de ne demiştin, Ahmet Mithat Efendi'nin 'Vah' adlı romanı mı? Bir zamanların İstanbul'unu anlatan ve bunu çeşitli motiflerle süsleyerek gerçekleştiren önemli bir klasik, 'Vah'... Ahmet Mithat'ın bu romanı, bugüne kadar çeşitli nedenlerle Türkçe-leştirilememişti.""İvam, beni her defasında çok şaşırtıyorsun. Ne zaman okudun tüm bunları? Üstelik daha yeni çıktılar." "Ben okumam, sadece duyarım. Senin işin nasıl okumak ve yazmaksa, benim işim de duymak." "O zaman Metis'ten yeni çıkan 'Büyümenin Türkçe Tarihi' adlı Murathan Mungan tarafından hazırlanmış öykü seçkisini de duymuşsun-dur. Ya da..." "Duydum tabii" diye mırladı İvam. "O seçkinin sonunda yer alan Oğuz Atay'ın 'Babama Mektup' adlı öyküsünü mutlaka okumalısın mesela." "Gerçekten tuhaf bir yazar Oğuz Atay. İnsanı tedirgin edecek denli yoğun samimiyetiyle, bu samimiyete tamamen ters düşecek ironik dili arasında kalakalıyorsun.

Samimiyeti, yarattığı ironiyi daha bir güçlendiriyor sanki. Aslında bu kitabı okurken aklıma şöyle bir şey takıldı: Hani kitabın önsözünde öyküler ya da kitaplar insanı büyütür diyor ya Mungan, acaba öyle mi gerçekten?" "Mungan, sadece öyle demekle de yetinmiyor, 'Çoğu kez edebiyat, hayattan daha çabuk büyütür.' dediğini duymuştum bir yerde. Tanıdığım öykücüler, şairler, ressamlarsa bana biraz çocukmuş gibi gelirler. Mesela sen de öylesin. Algın, bir çocuğunki kadar açık ki, benimle konuşabiliyorsun. Ama edebiyatın algıyı, deneyimi ve bilgiyi zenginleştirdiği de bir gerçek. Sanırım Mungan'ın büyümekten kastettiği şey bu. Yoksa kendisini tamamlamış, bir kalıba girmiş yetişkinlerin büyüme hallerinden bahsetmiyor. Hani Didem Madak diye bir şair "ben bü-yü'yüm" diyor ya bir şiirinde. İşte o anlamda 'büyü'tüyor insanı edebiyat." İvam'la sabaha karşı uyuyakalmıştık ki, birden sıçradı ve "Bugün 12 Eylül" diye tıslayarak kaçıp gitti balkondan.

Bülent Usta (12 Eylül 2007)

0 yorum: