MARLOWE'UN TÜNELİ

Posted: 12 Haziran 2008 Perşembe by bülent usta in
0

Geçen gece Harşena adlı dağın tepesinde yer alan Amasya Kalesi'ne çıktık ailece. Tüm şehir ve civarını rahatlıkla gözetlemek mümkün buradan. Bir ara tek başıma kalenin içinde gezinmeye çıktım. Kalenin tam ortasında yer alan bir tünel dikkatimi çekti. Hava, kararmaya başladığı için karanlıkta tünele inmek pek akıllıca değildi. Ama tüneller ve mağaralar, sanki önceki hayatımda yarasaymışım gibi beni her zaman için kendisine çekmeyi başarmıştır. Kendimi o tünelin basamaklarında yürürken bulmuştum. Yol aldıkça, tünelin ağzını örten karanlık da çoğalırken, oksijen de yavaş yavaş azalıyordu. Bu arada tuhaf bir koku burnuma çarptı.

0 kokunun etrafımı kuşatmasıyla birlikte, karanlık tünelin yavaş yavaş aydınlandığına tanık oldum. Tüneli incelerken, aşağıda basamaklara uzanmış birisini görünce önce ölmüş olabileceğini düşünerek ürktüm. Ama ağladığını ya da ağlıyormuş gibi ses çıkarttığını duyunca, ürküntüm şaşkınlığa dönüşmüştü. "Kimsiniz! Yardıma ihtiyacınız var mı?" diye seslendiğimde, ağlayan kişinin tuhaf kıyafetli bir adam olduğunu, birden ayağa kalkıp var gücüyle basamaklardan aşağıya doğru koşmaya başladığında fark ettim.

Tünelden çıkmak ve gizemli adamın peşinden gitmek arasında bir ikilem yaşadım kısa bir süre. Ya gerçekten yardıma ihtiyacı olan biriyse kuşkusu içimi kemirdiği halde, adamın hayal ürünü olduğunu düşünüp tünelden çıkma fikri bana daha mantıklı geldi. Ama yürüdükçe, adamın yönünü değiştirip bana doğru yaklaştığını fark ettim seslerinden. Bu defa benim korkup kaçmam gerekiyordu belki de. Öyle ya, tünele saklanmış tehlikeli birisi de olabilirdi bu adam. Kaçma-yıp tünelin girişine yakın bir yerde beklemeye koyuldum. Adam, kan ter içinde basamakları çıkıp beni gördüğünde, ikimizin de bakışlarında korku ve şüpheden başka bir şey yoktu. Adam, her an saldıracakmış gibi kılıcının kabzasına elini atmış, ilk hareketin benden gelmesini bekleyerek karşımda duruyordu öylece.

Adamın kıyafetleri ve savaşmaya hazır kılıçlı hali, neredeyse bana kahkaha attıracaktı. Bir hayalet olmalı diye düşündüm. Ama biraz tuhaf bir hayalet... Çünkü kıyafetleri 16. yy. İngiltere'sine aitmiş gibi gözüküyordu. Önce ben sordum: "Kimsiniz?" "Ben Cristopher Marlowe". "Marlowe... Hani şu meşhur İngiliz oyun yazarı mı?" "Evet. Ta kendisi. Siz kimsiniz? Kralın ajanlarından birisi mi? Umarım tek başınıza değilsinizdir." Şaşkınlıktan bir şey diyemedim. "Yoksa Raleigh mi yolladı seni?" "Sana çok tuhaf gelecek ama, şu an 16. yy.'da değiliz Bay Marlowe. 2007'de Amasya'da bir tüneldeyiz. Aslında burası bir su tüneli ama, şimdi görüyorum ki, su tüneli, zaman tüneline dönüşmüş durumda." Son söylediğim, gülmeme neden olmuştu. "Hiçbir şey anlamıyorum" dedi Marlowe. "Bu mutlaka Raleigh'in bir oyunu olmalı. Kendisi nerede? Tünelin dışında mı?" "Hayır. Çantamın içinde." "Çantanın içinde mi?" "Evet. 'Timurlenk Ölmeli' adlı Louise Welsh'in romanın içindesiniz hepiniz." "Ti-murlenk'i nereden tanıyorsun?" "Dedim ya, romandan. Alef Yayınları'ndan çıkan bu kitapta, Welsh, seni ve yaşamını konu alan sürükleyici bir roman kaleme almış.

Bir polisiye roman havasında senin edebiyattaki imgenle ilgilenmiş romanda." "Şimdi anlıyorum, birbiri ardına beni bulan ziyaretçilerimin sırrını. Welsh'i biliyorum. Glasgowlu bir yazar. Benden ne istiyor tüm bu yazarlar? Hakkımda o kadar çok yazı ve roman yayımlandı ki? Beni hiç rahat bırakmadılar. Bunaldım bu ilgiden. Yaşarken de böyleydi." "Yazdığın oyunlarla drama türüne getirdiğin inanılmaz yenilikler ve macera dolu yaşamın, senden sonra gelen oyun yazarlarını ve şairleri derinden etkilediği gibi, sahip olduğun karanlık ün de seni başka eserlerin konusu haline de getirerek bugün dahi yakından tanınmana neden oldu Marlowe. Sen olmasaydın, Shakespeare olmazdı diyenler çok.

Üniversitede ilahiyat okumuş olmana rağmen en ünlü ateistlerden birisi olman, meyhanelerden ve kötü şöhretli evlerden saraylara ve saraylardaki entrikaların içerisine uzanan 29 yıllık hayat serüvenine dair ayrıntılar, bugün dahi edebiyatçıların ve araştırmacıların ilgisini çekmeye devam ediyor." "Aslında beni bu dünyada çıldırtan tek şey, ya da çıldırmış gibi yaşamama neden olan tek şey, insanların körü körüne yaşadıkları inançlar oldu. Bağnazlıktan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmedim. Toplum dışı bir yaşam sürmemin nedeni, toplumun din ve ideolojiler yüzünden yaşadığı bağnazlıkların iki yüzlülüğü ve vahşeti olmuştur. Bir şair, kaybedenlerin sığınaklarında yaşamayıp da nerede yaşayacak, sorarım size?" Marlowe'la sohbetimiz epey canlı ve keyifli bir hal almıştı. Ama ne yaptıysam onu tünelden dışarı çıkartamadım.

Bizimkiler beni aramaya koyulmuş olmalıydı. Bu tünelde Osmanlı şehzadelerinden ya da eski krallardan birisiyle değil de Marlowe'la karşılaşmam açıkçası garipsenecek bir şeydi. Ama elimden bir şey gelmezdi, kafam Welsh'in romanıyla meşgulken. Evet, bu roman, yeni bir şey söylemiyordu okurlar için. Ama bu sıcak yaz günlerinde, zorlanmadan, keyifle okunacak bir kitap olması dışında, hem Marlowe'un gizemini çözme, hem de din ile siyasetin, cinsellik ile ölümün kesiştiği bir romanda gezinerek, geçmişten günümüze komploların ve cinayetlerin iktidar ilişkileriyle nasıl ortaya çıktığını çıplak bir biçimde gösterebiliyordu Welsh. "Aklıma bir şey takıldı Bay Marlowe. Ölürken bile insanlığa ve Tanrı'ya lanet okuyan sizi, bu tünelde ağlatan şey neydi?" "Bunu size söyleyemem. Ama şunu söyleyebilirim: Yaşamı biçimlendiren ölümdür."

Bülent Usta (15 Ağustos 2007)

0 yorum: