ÇIPLAK GÖZLERLE BAKINCA...

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Olayların dışına çıkarak bakmak bazen zordur. Suratınıza bir silah doğrultulmuşsa, o namlunun deliğinden bakarsınız dünyaya. Bir televizyon, ne kadar geniş bir bakış açısı sunabilir ki insanlara. Kamera, izleyenlerin kontrolünde değildir. Neyi gösterirse onu görür yığınlar.

Bütünlüklü bir bakış elde edebilmek için zorlamak gerek şartları. Olayları ve zamanın akışını durdurup zihinsel olarak çıkılabilecek en yüksek yere çıkıp bakmalı dünyaya. Geçenlerde Kadıköy'deki işçi eyleminin bazı gazete ve televizyonlarda sadece göstericilerin kendi aralarında yaşadığı gerginliğe dair görüntülerle yer almasının amacı neydi? Alnı dövmeli o adamın elindeki tabanca, gerçekte kime doğrultulmuştu? Sadece üniversite öğrencilerine mi? Düşünce suçluları cezaevine girerken, cezaevine giren sadece onlar mı olmuştu? Ölüm orucunda ölenlerle tersanede ölen işçiler arasında bir benzerlik var mı?

Şartları zorlayarak olayların dışına çıkmak lazım. Ama nasıl? Bunu nasıl yapabiliriz? Mesela Eduardo Galeano okunabilir. Metis Seçkiler arasında 'Biz Hayır Diyoruz' adlı seçme yazılarından oluşan bir kitabı yayımlandı bugünlerde. Militan bir gazeteci Galeano... Yazdıkları da yaşamı da doğup büyüdüğü Latin Amerika'ya benziyor. Futbolcu olamadığı için yazar olduğunu söylüyor örneğin. İyi ki futbolda çok yetenekli değilmiş diye düşünmeden edemiyor insan, Galeano'nun yazdıklarını okurken. 1939'dan Pinochet tarafından kapatıldığı 1974 tarihine kadar varlığını sürdüren haftalık gazete Marcha'da, Che Guevara'dan Goytisolo'ya kadar pek çok isimle birlikte yazmış Galeano. Yazdıkları yüzünden cezaevi ve sürgün hayatıyla tanışmış... Gazete yazılarını edebiyat yazıları gibi kaleme almış, öykü ve şiirin sınırlarında dolaşarak kendi felsefesini oluşturmuş, politik bir yazar.

Galeano, insanı galeyana getirecek denli güçlü bir kalem oluşunu, hayata çıplak gözlerle bakarak yazmasına borçlu bana kalırsa. Sadece bu mu? Değil elbette. Yazıya yüklediği anlamla da ilişkili bir durum bu. Şöyle diyor örneğin: "İnsan bir iletişim ve diğerleriyle buluşma ihtiyacından yazar; kendisine acı vereni açıklamak ve mutluluk vereni paylaşmak için. İnsan, kendi yalnızlığına ve başkalarının yalnızlığına karşı yazar. (...) İnsan, aslında talihiyle ya da talihsizliğiyle kendisini özdeş hissettiği yeryüzünün kötü beslenenleri, kötü uyuyanları, isyancıları ve hor görülenleri için yazar ve bunların çoğunluğu da okuma bilmez. Bilen azınlık arasında, kaçı kitap için para ayırır? İnsanın kitle denilen bu kullanışlı soyutlama için yazdığını savunarak bu çelişki çözülür mü?" Galeano, kimler ve niçin yazdığını açıklarken, bu amacının çelişkisini de gözler önüne seriyor. Bir yazar olarak sadece okumuş elite hizmet ettiğini düşünmek ona acı vermiş hep. Ama bilinçleri tutuşturmaktan da geri kalmamış hiç. Özellikle edebiyata yüklediği anlam, günümüzde edebiyatta ve sanatta yeniden keşfetmemiz gereken bir gizi çağırıyor. Engels'in "ekonominin somut görünümleri üzerine Balzac'ın romanlarından dönemin bütün ekonomi kitaplarından öğrendiğimden daha çok şey öğrendim" sözüne atıfta bulunarak, kurgusal bir eserin kurgusal olmayana göre daha güçlü bir etki yarattığı üzerinde duruyor. Edebiyat, bilinçleri tutuşturacak gücünü, bilinçleri uyuşturmak için de kullanılabilir, tıpkı sinema gibi. Ama Galeano'nun da altını çizdiği gibi, politik edebiyat yapanlar halkı küçümseyerek slogancı yapıtlar ürettiği için edebiyatın sahip olduğu gücü kaybetmişlerdir çoğunlukla.

Olayların dışına çıkarak çıplak gözlerle bakmalı hayata. Zaten öyle bakınca, kendiliğinden politikleşiyor her şey. Politik bir roman yazmak istediği için değil, roman yazmak istediği için politikleşebilir insan. Her şeyi olduğu gibi görünce, neden öfkeli ya da sevinçli olduğunun bir anlamı oluyor o zaman. Belki de, zihinlerimizdeki örtü havalanınca, gerçek olacak yaşam...

Bülent Usta (9 Nisan 2008)

0 yorum: