ELEŞTİRİ OLMAKSIZIN EDEBİYAT YALAN OLUR

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Gerçek hayat, nihayet keşfedilip açıklığa kavuşturulan hayat, dolayısıyla dolu dolu yaşanan tek hayat, edebiyattır” demiş ya Proust, bu tespite katılmamak imkânsız olsa gerek. Kitap-lık dergisinin son sayısında Mehmet Rifat, harikulade bir Proust dosyası hazırlamış. Bu dosya, yine Mehmet Rifat’ın yıllardır üzerinde çalıştığı ve yakın bir zamanda yayımlanacak olan Proust Kitabı’ndan bölümler de içeriyor. Proust üzerine Türkçede ilk defa bu kadar kapsamlı bir dosyanın hazırlanıyor oluşu gerçekten heyecan verici. Ama asıl heyecan verici olan, bir romancıyı ele alırken, onu yapıtlarından yola çıkarak, hatta her yapıtının o romancının yaşamındaki yeri ve önemini belirterek bunu yapabilmek. Aslında Proust, böyle bir çalışma için en uygun yazarlardan birisi. Onun romanlarının izlekleri, karakterleri yazarın yaşamıyla doğrudan bir bağa sahip olduğu gibi, her yapıtın diğer yapıtlarla da bir etkileşime, hatta devamlılığa sahip olması, Proust’un önemli bir özelliği. Üstelik edebiyat tarihinin hem çok iyi bilinen hem de hakkında bir şeyler bilindikçe daha da gizemli bir hale bürünen Proust gibi çok fazla yazara sahip olmadığı da bir gerçek. Yoksa, Barthes ne diye Proust’u bir ders gibi yıllar boyu çalışsın ve anlatsın.

Bu arada, Mehmet Rifat’ın ‘Yaklaşımlarıyla Eleştiri Kuramcıları’ adlı Sel Yayıncılık’tan bir kitap da yayımladığını ve yakın bir zaman dilimi içinde başka kitaplarının da yayımlanacağını belirtmekte fayda var. Mehmet Rifat külliyatındaki bu artış, edebiyatımızın eleştiri damarındaki tıkanıklıkları açıp genişletir diye ümit ediyorum. Ama ümitli olup olmamak konusunda yine de tereddütlerim bulunuyor. Mesela, son yılların bence önemli edebiyat olaylarından birisi, Barthes’ın Sema Rifat ve Mehmet Rifat tarafından Türkçeleştirilmiş olan ‘Romanın Hazırlanışı’ adlı kitabının ilk cildinin Türkçeye kazandırılmış olmasıydı. Ama bu kitabın yeterince tartışılamaması ve hak ettiği ilgiyi görmemesi üzücü bir durum. Aynı şekilde, daha yeni yayımlanmış olan Paul de Man’ın Körlük ve İçgörü adlı kitabının da yeterli ilgiyi görüp görmeyeceğinden şüpheliyim doğrusu. Belki zaman içerisinde tüm bu bilgi akışı ve üretimler, kendi yataklarını bulup edebiyatımızın geniş sularıyla buluşur. Şimdi böyle bir temenni de bulundum ama bu üretimlerin edebiyatımızla buluşmak zorunda olduğunun da özellikle altını çizmek istiyorum. Yoksa edebiyatımızın ve dolayısıyla sanat üretimlerimizin tümünün sadece boşluğu doldurma ve devinimi sürdürmekten başka bir işe yaramayacağı, sadece şiir okuyarak şiir yazan, hatta hiçbir eleştiri kuramından ve yaklaşımından haberdar olmadan eleştiri yazanlarla dolup taşmaya devam edecek ortalık. Edebiyatımızın kendine çeki düzen vermesi için, eleştiri şart. Ama nasıl bir eleştiri? Işte temel mesele bu. Bu da sadece yayın yaparak değil, bu yayınları ve üretimleri bir tartışma ortamına çekerek başarılabilir.

Bunu söyleyince de bu defa, edebiyatımızın bir tartışma ortamına ihtiyacı olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bu ortamı sağlayacak olan dergilerin, dağıtımdan tanıtıma, editöryal olgunluk ve yeniliklere açık olmaktan tutun, okurların ilgisizliğine kadar bambaşka sorunlarla boğuştuğu da bir gerçek. Özellikle akademik üretimlerin yeterliliği, sınırları ve üniversitelerin üretimi teşvik edip etmemesi gibi başka sorunlar da çıkıyor karşımıza. Üniversitelerin bu topraklarda özgüvenden yoksun, ast-üst ilişkisi içinde, maddi yoksunluklar ve imkânsızlıklar içinde yetiştirdiği akademisyenlerin arasından zaman zaman kendilerini edebiyata adayan ve bu adanmışlıkla koşulları zorlayarak bir şeyler yapanlar çıksa da bunun tamamen bir sistem sorunu olduğu da bir gerçek. Manzarayı bu şekilde çizince, Barthes’ın kitabının neden hak ettiği ilgiyi göremediği daha bir belirginleşiyor benim için. Ama bu manzaraya bakarak ümitsizliğe kapılmamak da gerekiyor. Türlü çabalarla çıkmayı sürdüren dergilerden tutun, Mehmet Rifat gibi yaşamının her alanını bir üretim mecrası haline çeviren entelektüellere kadar, örnek alınacak pek çok oluşum ve kişinin varlığı, bu oluşum ve kişilerin çoğalması sayesinde bir şeylerin değişebileceğine dair etkili örnekler olarak karşımızda duruyor.

“Gerçek hayat, nihayet keşfedilip açıklığa kavuşturulan hayat, dolayısıyla dolu dolu yaşanan tek hayat, edebiyattır.” demiş ya Proust. Eleştiri olmaksızın, edebiyatın bir hayat değil de yalan olacağı da bir gerçek.

Bülent Usta (Birgün, 12 Mart 2008)

0 yorum: