KLASİKLERİ OKUMAK

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Calvino ile düşünüyorum: “Klasikleri Niçin Okumalıyız?” Bu aynı zamanda bir kitap adı ve bugünlerde YKY tarafından yayımlandı. Gerçekten de yüz yıl evvel yazılmış bir romanı, sanki bugün yazılmış gibi, neden okuruz? Bir yapıtı, klasik yapan şey nedir ve biz neden dönüp dönüp okuruz onları?

Klasik denilince aklıma ilk gelen kitaplardan birisi Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sıdır. İlk gençlik döneminde okumuştum onu ilk olarak. Okurken adeta Raskolnikov’a dönüşmüş, dünyaya Raskolnikov’un gözünden bakarak anlamaya çalışmıştım. Hüzünlü ve umutsuz bir bakıştı bu, hatırladığım kadarıyla.

Daha sonra üniversite öğrencisiyken bir daha okumuş, bu defa eleştirel bir bakışla Raskolnikov’a dönüşmeden incelemiştim romandaki hayatı ve fikirleri. Tüylerim diken diken olmuştu karşılaştığım gerçeklikler karşısında. Ama romanda beni asıl meşgul eden şey, Raskolnikov’la Sonya’nın o tuhaf aşkı olmuştu. Raskolnikov, bir katildi ve suçunu itiraf etmek için seçtiği kişi de bir fahişe olan Sonya’dan başkası değildi. Ama Dostoyevski, Raskolnikov’un cinayet işleme sürecini ve Sonya’nın fahişeliğe nasıl itildiğini öyle bir bakış açısıyla veriyordu ki suç ve ahlak kavramları üzerine derinlemesine bir tartışmanın içinde buluyordu insan kendisini.

Bu arada, Raskolnikov uzak bir şehirde cezaevine girince, Sonya da peşinden gitmiş, onu ziyaret günlerinde ziyaret ederek temiz iç çamaşırı filan getirmeye devam etmiş ve derin bir suskunluk içinde büyük bir aşk yaşamışlardı. Bir yerde okumuştum, Dostoyevski’nin bu romanında mutlak aşkın peşinde koştuğunu. Hatta özel yaşamında da mutlak aşkı aradığını ve hayal kırıklıkları yaşadığını. Neden mutlak aşk peşinde koşmuştu Dostoyevski? Mutlak aşkta aradığı şey neydi? Ben de mi öyleydim ki Raskolnikov ve Sonya’nın aşkı beni bu denli derinden etkilemişti?

Şimdi “Suç ve Ceza”yı okusam kim bilir daha neler bulacaktım ve hangi sahneler kazınacaktı zihnime parça parça. Calvino’ya dönüyorum bunları düşünürken. “Dostoyevski"yi severim” diyor, “çünkü tutarlılıkla, öfkeyle ve ölçüsüzce çarpıtır”. Böyle söyleyince hınzırca gülüyor. “Gogol’ü de severim, çünkü açıkça, kötülükle ve ölçüyle çarpıtır. Hemingway’i severim, çünkü yalınlık, abartısızlık, mutluluk arzusu, hüzün demektir. Stevenson’ı severim, çünkü sanki uçar. Conrad’ı severim, çünkü derin sularda seyreder ve batmaz. Tolstoy’u severim, çünkü kimi zaman ‘hah, şimdi anlıyorum nasıl yaptığını’ duygusuna kapılırım, oysa bir şey anladığım yoktur. Chesterton’ı severim, çünkü Katolik Voltaire olmak istiyordu, ben de komünist Chesterton olmak istiyordum. Kafka’yı severim, çünkü gerçekçidir.”

Böyle devam edip gidiyordu Calvino’nun sevdiği klasikler ve sevme nedenleri. Hatta Jane Austen’ı bile hiç okumadığı halde sevdiğini, var olmasından memnun olduğunu söyleyebiliyordu. Bir insan, bir romanı ya da yazarı niye sever? Bir kitabı okuma ya da okumama nedeni nedir? Bir insanın bir kitapta aradığı şey, onun hayatta aradığı şeye mi denk düşer?

Peki ya, hangi yapıt nasıl klasikleşir? Onda yılların yıpratamadığı şey nedir? Düşünsenize, belki her gün yüzlerce dilde yüzlerce eser yayımlanıyor. Ve yayımlandıktan bir süre sonra, hızla “unutulan eserler kütüphanesi”nde yerlerini almalarına ne demeli? Bir insan, ömrü boyunca kaç kitap okur ve okudukları arasında zihninde ve yaşamında kaç kitap yer etmiştir?

Günümüzde, edebiyatın endüstrileşme çabaları, pazarlama stratejilerini ön plana çıkardı ve okurda kitabın kaldıramayacağı yüksek beklentiler yaratılmaya çalışıldı. Örneğin bir roman çıkıyor ve yapılan söyleşiler, yazılar, televizyon programları bu kitapları ve yazarları öyle bir süslüyor ki o kitabı eleştirel bir bakışla irdelemek önemsizleştirilerek kitap bir pazarlama nesnesine dönüştürülmüş oluyor.

Adını hiç duymadığı bir yazarın kitabını almaktansa, televizyonda ya da basında sık sık karşılaştığı ve hakkında övgüler duyduğu bir yazarın kitabını almayı tercih ettiği için okuru suçlayamayız. Ama eğer edebiyat eleştirisi gerekli ilgiyi görse ve okuma eylemi bilinçli bir çabaya dönüşse, pazarlama stratejileri de belki yeni bir görünüme kavuşacak ve bir kitaba dair beklenti yaratmayı daha insaflı bir hale sokacak.

Örneğin bugün şiir değil de şair satıyor dediğimizde kim itiraz edebilir ki. Şiirin önüne şairin geçmesi, romanın önüne yazarın geçmesinin, uzun vadede şiire ve romana zarar verdiğini biliyoruz. Çünkü hem o şair, kendisini geliştirecek arayışlara yönelmek yerine, beklentilere göre davrandığı için şiirini geliştiremiyor hem de fırsat bulamayan pek çok kalem hayal kırıklıklarıyla baş etmeye çalışarak enerjisini piyasanın hay huyu içinde yitirebiliyor.

Calvino’ya dönüyorum bunları düşünürken. Bana bu düşündüklerin önemsiz şeyler, kafanı böyle şeylerle yorma der gibi bakıyor. Kendini yetiştirmiş bir okur ya da yazar, böyle tuzaklara düşmez. O her daim, bir kitaptan ne bekleyeceğini bilir.

Bak bana der gibi bakıyor yüzüme. Italo Calvino, edebiyatta hem bir editör, hem de bir yazar olarak ne yaptığını her zaman bilen birisiydi. Bunu, sadece romanlarına bakarak değil, “Klasikleri Niçin Okumalı?” adlı kitabında, klasiklere dair yaptığı ayrıntılı okumalarda da görebiliyor insan.

Keşke Calvino gibi, bizim edebiyatımızda da ne yaptığını bilenlerin sayısı artsa. Hırslar törpülense ve edebiyat gerçekten de yeterince ciddiye alınabilse. Televizyonlarda, rayting muzdaribi olarak kıyıya köşeye tıkıştırılan programlar, özensizce hazırlanmış dergiler ya da yayınlarla değil de, edebiyatı baş köşeye oturtan işler yapılsa bu ülkede, emin olun hayat birden zenginleşerek daha davetkar olacak bizlere.

Kitapta yer alan incelemeri okudukça, bende de klasikleri yeniden okuma telaşı başladı. Calvino diyor ya, “Klasikler, haklarında asla ‘okuyorum’ sözünü değil, genellikle ‘yeniden okuyorum’ sözünü işittiğimiz kitaplardır. Bir klasiği her yeniden okuma, ilk okuma gibi bir keşif okumasıdır.

Klasikler, bizim okumamızdan önceki okumaların izini üzerlerinde taşıyarak ve geçtikleri kültür ya da kültürlerde (ya da daha yalın bir dille, dil ya da görenekte) bıraktıkları izi peşlerinden sürükleyerek bize ulaşan kitaplardır.”

Ne dersiniz? Acaba Calvino’nun aklına uyup klasikleri yeniden okumalı mıyız? Sanırım, ben daha şimdiden Dante’yi buyur ettim. Peki ya Çernişevski’ye ne demeli? “Nasıl Yapmalı?” adlı romanının bize hâlâ bir şeyler söyleyebileceğine eminim.

Bülent Usta (Birgün, 4 Haziran 2008)

0 yorum: