KEDERDEN COŞKU

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Bugün 19 Aralık... İnsanın doğum gününün "Hayata Dönüş Operasyonu" diye anılan katliamın yaşandığı güne denk gelmesi, tuhaf bir duygu. 33 kişinin öldüğü bu operasyonu, kendisi de o günlerde cezaevinde olan Nuri Akalın tarafından yazılmış '19 Aralık' adlı romanından okuyup; o dehşete daha bir yakından tanık olduktan sonra...

Radikal gazetesinden Jülide Karahan, Türkiye'deki güncel sanat ortamını nasıl buluyorsunuz, diye Alman sanatçılara sormuş. Anja Jensen adlı sanatçı, Türkiye'deki sanat ortamımı çok politik bulduğunu söyleyerek, siz de bunu aşarsınız birgün elbet demeye getirmiş sözü. 2. Dünya Savaşı'nın ardından bizde de politik işler öne çıkmıştı demiş Karahan'a. "Sanat ortamınız politik olduğu için geri; geri kaldığı için politik" demeye getiriyor sanki sözü Jensen. Bir de global işler yapmalısınız diye de tavsiyede bulunuyor sanatçılarımıza.

Tabii, Şener Özmen, Ferhat Özgür gibi sanatçılarımız da Alman sanatçılara gerekli cevabı vermişler. Genç sanatçıların daha yeni yeni politikleştiğinden, yaşanılan politik ortamın ve gerilimin yapılan işlere etkisinden bahsetmişler.

Güpegündüz, Hrant Dink gibi çok değerli bir entelektüelin sokak ortasında vurulduğu, Nobel Ödülü almış bir romancısının tehditler alarak korumasız gezemediği, insanların kendi yayınevlerinde politik itkilerle işkence edilerek öldürüldüğü bir ülkeden ve o ülkenin sanatçılarından bahsediyoruz. Ve o sanatçılar, politik işlere ağırlık verdikleri için birileri tarafından suçlanabiliyor.

Haberde yer alan Cengiz Tekin'in şu sözleri de Avrupalı sanatçılara yönelik ilginç bir eleştirellik taşıyor: "Avrupa'da her şey o kadar rutin ki, hayatın kendisi değil de belgeseli sanki yaşanan."

Pek çok sanat akımı, güçlü kalemler ve sanatçılar, büyük toplumsal olaylar ve hareketlerin içinden çıkmıştır, diye yaygın bir kanı vardır. Bu yaygın kanıya bakarak, oldukça hareketli olan yaşadığımız topraklardan, büyük romancıların, sanatçıların pıtrak gibi çoğalmasını bekliyor insan, manzara öyle çok umut verici olmasa da.

Oğuz Demiralp'in 'Tanrı Bakışlı Çocuk' dediği Walter Benjamin, "Coşku kederden fışkırabilir; özgür sözcük yasasız yaşayabilir; yeni Tanrı (Dionysos) eskilerini geriye itebilir... Olağandışının olağan üzerinde utkusudur bu" diye yazmış 2. Dünya Savaşı'nın yaşandığı günlerde.

Ama Benjamin'in bu sözlerinde örneğin "coşku kederden fışkırır" demiyor, "fışkırabilir" diyor. Yani yaşanan her keder bir coşkunun fışkırmasını sağlamaz. Kederden coşkuyu çıkarabilmek için Benjamin'in bakış açısına benzer bir bakış açısı gerekiyor.

80 sonrası, kendine acıyan, umutsuz bir kuşak vardı. Yaşanan korkunç olaylardan sonra, bunun böyle olması normaldi elbette. Ama yaşanan hayal kırıklığı ve melankoliyi, hayal kırıklığı ve melankoliden başka bir şeye dönüştürebilenler bugün varlar. Diğerleri geçip gitti sessiz sedasız.

Dostoyevski'nin döneminde, kendine acıyan, kederin sadece yıkıcı yönlerini yaşayan yüzlerce şair ve yazar da vardı bugün olduğu gibi... O kadar yazar ve şairin arasından bugüne Dostoyevski gibilerin kalması tesadüf değil elbette. Çünkü Dostoyevski için, tanık olduğu acı ve keder, acı ve kederden başka bir şeye dönüşmüştü yazdığı romanlarda ve en umutsuz anlarda bile soru sormaktan çekinmemiş; yaşadığı topluma ve insana dair bir tür kazı çalışması yapmaktan geri kalmamıştı. Keza Oğuz Atay, Yusuf Atılgan gibi kalemlerin denk düştükleri yer de böyle bir şeydi bizim edebiyatımızda. Sadece, o acıları ve kederi dönüştürmek de yetmez elbette, hangi araçlarla ve nasıl bir donanımla bunun yapıldığı da önemli...

Bugün bir Dostoyevski ya da bir Yusuf Atılgan gibi yazılamayacağını düşünüyorum. Toplumların ve insanın değişimini yakalayabilenler, var olan algıya ve kültüre göre, hatta sezgisel ve bilişsel olarak var olanın ötesini görme iddiasıyla üretenlerin edebiyatımızı ve sanatımızı zenginleştireceği kesin.

Bülent Usta (Birgün, 19 Aralık 2007)

0 yorum: